LENİN’DEN BUGÜNLERE…
RECAİ ŞEYHOĞLU, KÖŞE YAZISI
‘ Adayım iki doktor ‘
Yarışmanın hertürlüsünde birinciliği kazananların çok mutlu olduğunu söylemeye gerek var mı bilmem…
Eşini çok seven kişiler arasında da bir yarışma yapılmalı mı acaba?
Diye düşünüp duruyorum aylardır.
Ne mi yapılmalı?
O eşlerebir iyice kulak verilmeli bence…
Şimdiden söylemiş olayım, o yarışmanınbirincisi herhaldeDoğan Özgüden olur. Ya da Muammer Toprakçı…
İkisi de yarım asırdır yurtdışında. Yarışmayı Brüksel’de mi yapmalı Sydney’de mi diye de düşünmeli elbette. Çünkü biri Belçika’da diğeri Avustralya’da yaşıyor.
Birisinin ağzından ‘ İnci ‘ diğerinden de ‘ Nuran ‘ adı düşmüyor hiç.
*
Yıllar önce NadejyaKruppskaya’nın anılarını okurken 21 Ocak 1924 ölümlü Krupsskaya’nınLenin’le olan ilişkisi çok etkilemişti beni.
Lenin deyince aklıma geldi. Ne günlük gazetelerde köşe yazarları anımsadı o unutulmaz devrimciyi ne de sosyal medyada herhangi bir tanıdık…
22 Ocak’ta BilsayKuruç hariç!
Almancası ve Fransızcası mükemmel, İngilizcesi de bunlara yakın olan hukukçu/ siyasetbilimci ve dava adamı olan Lenin, mükemmel de bir hatipti.
Günümüz Türkiye’sinde üç yabancı dili su gibi konuşan, yayımlanmış kitapları olan bir siyasetçi/ sosyolog/ felsefeci var mı diye bakıyorum çevreme ve meclistekilere doğrusu bu ya gözüme ilişmiyor Lenin gibi biri…
Sol siyaset yapanların tümünün Cumhuriyet’e ve BilsayKuruç’a bir teşekkür borcu var bence.
Hayret! Doğan Özgüden ile Muammer de unuttu bu konuda bir şeyler yazmayı…
*
Yeniden iki değerliye dönecek olursak…
Doğan Bey de Muammer de birer dava adamı… Eli kalem tutan, yürekli, bilgili iki değerli !
Sosyalist Sol ya da diğer gazete ve haber portallarında, ajanslarında ve bazı televizyon kanallarında neden yorumcu olarak yer vermezler bu iki değerliye anlamış değilim.
Öyle güzel bir Türkçeleri, öyle güzel bir anlatımları var ki, sormayın!
Sürgün yıllarını yaşadığı Sibirya topraklarında köylülerin önemli bir davaları olduğunda ‘’ Beni Yoldaş Lenin savunsun! ‘’ sözünü hiç unutmuyorum.
Felsefe, sosyoloji, mantık, farklı diller, siyaset ve hukukkonularında çok iyi olunca demek ki karşı tarafa da çok güven veriyor olmalısınız ki, sonunda ‘ Unutulmayan Lenin ‘ oluyorsunuz.
Yıllar öncesinin kültür bakanı, bugünün ATA Partisi Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek’in ‘’ ÇEDES bile AKP’nin kapatılması için tek başına bir delil.’’ diyor olması ve AKP’nin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuracağı konusundaki girişimini okuyunca hayranlık duyar oldum Türkçü Zeybek’e…
150 bin kadar din görevlisi Diyanet’te kadroluyken, 115 ilahiyat fakültesine, 5 bine yakın imam hatip okuluna sahipken sosyal medyada tanık olduğum gayri ahlaki görüntü ve sözler, nasıl oluyor da bu kadar rahatlıkla yayımlanabiliyor şaşıyorum. Öyle edepsizlikler var ki…
Türkiye’nin hiçbir dönemi bir böylesi çürümüşlüğe/ rezilliğe tanık olmamıştı.
Basın açıklaması yapmak isteyenlerin bile üstüne çullanılırken, mahkeme koridorlarında şeriat çığlıkları atanlara savcıların ve güvenlik kuvvetlerinin ses çıkarmaması karşısında nutkumuz tutulurken Namık Kemal Zeybek’in, laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı olduğu bilinen AKP’nin kapatılması için harekete geçmiş olması sevindirici bir gelişme.
2008’de başsavcılık bu konuda AYM’ye dava açmıştı.
Geldiğimiz noktada gericilik cephesi, söylemden eyleme geçmiş görünüyor. ‘’ Yaşasın Şeriat! ‘’ sloganlarıyla ortalığı çınlatan güruha ülkenin sahipsiz olmadığını gösteren bir itirazdır Sayın Zeybek’in girişimi.
‘’ Abdülhamid Han meftunu, Vahdettin âşığı, şeriat yoldaşı, Cumhuriyet ve devrimlerinin yeminli düşmanı ‘’ olarak tanımlanan iktidara karşı ülkeninbütün laik ve demokrat güçleri seslerini yükseltmelidir.
Lenin’inölüm günü olan 21 Ocak, aynı zamanda ‘’ Dünya Kucaklaşma Günü ‘’ idi.
Onca ilahiyat fakültesi, onca imam okulu ve yıllardır okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi dersine karşın neden insanımız birbiriyle kucaklaşmaz?
Örsan Öymen’e kulak verecek olursak: ‘’ Uğur Mumcu’nun veGaffar Okkan’ınkarşı durduğu ne varsa, onları temsil edenler bugün iktidardadır. Devletin kadrolarındadır. Meclis’tedir. Meşrulaşmış ve olağanlaşmış bir haldedir.’’
Dizilere, futbol maçlarına, sosyal medyaya ve aylaklığa ayırdığımız zamanın azıcığını köşe yazarlarına/ bilim insanlarına ayıracak olursak eminim tercihlerimiz/ düşüncelerimiz de değişecektir.
Önümüzdeki martta yerel seçimler yapılacak.
Ben, işadamına/ sanayiciye, müteahhite değil de bir hekime/ eğitimciye/ felsefeciye oy vermenin daha doğru olacağını düşünenlerdenim örneğin. Kendiliğinden başkanlığı bırakan Dr. Osman Gürün’ün hayranlarındanım örneğin.
Yine kendiliğindenpartisinin ilçe başkanlığını bırakmış Çağlayan Bilgen ve Mehmet EcevitCanbaz’ı alkışlayanlardanım. Başkanlığı ve vekilliği meslek edinmiş olanlara itiraz edenlerdenim.
Diplomasının olmadığısöylenen bir siyasetçinin devletin yüksek katlarında görev yapmasına neden itirazın yapılmadığını anlayamayanlardanım.
Ve hep okumaktan, öğrenmekten, aydınlanmaktan ve aydınlatmaktan yanayım.
Seçimin ertesi günü, yeni seçilen başkanla fi tarihinde çekilmiş olan fotoğrafı albümden çıkarıp sosyal medya hesabına yapıştırmayı kendine yakıştıramayanlardanım.
‘’ O zaman söyle de bilelim, adayın kim ya da kimler? ‘’ diyenlere diplomatik yanıttan ziyade düpedüz ‘’ İki doktor ! ‘’ diye yanıt veriyorum.
Bilmem anlatabildim mi?
İl, ilçe diye merak edenlere de Fakir Baykurt’tan öğrendiğim bir sözle yanıt vermiş olayım.
ÖDP Milletvekili adayı olduğu günlerde Bergama’da Eğitim-Sen’de sorduğum bir soru üzerine şöyle demişti:
‘’ Her şey anlatılmaz Recai oğlum! Karşındaki geri zekalı mı, anlar elbet! ‘’