SARRAFLA GELİNİ
El ayak çekilince kasaba mezarlığında her çarşamba sarrafın, perşembe günü de sarrafın gelininin mezarlığa gelip ağladığı/ kendi kendilerine konuştuklarını bilmeyen duymayan kalmamıştı.
Her cuma sabahı da hırsızların, sarrafla gelininin bıraktıkları kırmızı ve beyaz karanfilleri kapıştığını, bunu bilen emniyetin de sesini çıkarmadığı da gazetelerekonu olmuştu.
Kasabaya 80 kilometre uzaklıktaki ilde yaşayan ülkenin en bilinen senaristinin hem sarrafla hem de geliniyle konuştuğunu ama aralarındaki konuşmanın ne olduğundan kimsenin haberi de olmadı hiç.
Olayı öğrenenlerin merak ettikleri için her gün Müşerref Hanımın mezarına gidip bakındıkları, mezar taşında yazılanları dikkatle okudukları, birer fatiha okudukları da bilinmiyor değildi.
Müşerref Hanımın adını aklına getiremeyen çoğu kişi de ondan söz ederken ‘’ Sarrafın karısı ‘’ ya da ‘’ Pişman gelinin kaynanası ‘’ diye sözediyordu.
*
Kasabaya yeni atanan genç kaymakam durumdan haberdar olunca , emniyet amirini aradı.
‘’ Dinleme cihazı koyun, neymiş öğrenelim.’’ dedi.
Emniyet amiri, ‘’ Efendim, doğru olmaz.’’ diye itiraz edince kaymakam celallendi:
‘’ Yahu geldiğimden bu yana önüme çıkan her kişi sarrafın ve gelininin mezarlıkta ağlaya ağlaya konuştuğunu söyleyip duruyor. Hiç mi merak etmediniz bugüne kadar da ne konuştuklarını da bir türlü öğrenemediniz? ‘’
Öfke ve kahkaha arasında bir ruh haliyle ‘’ Onlar konuşurken hiç mi saklı gizli mezarlığa gidip dinleyen de olmamış? ‘’ deyince aldığı yanıt karşısında dona kaldı.
‘’ Efendim, müftünün bu konuda uyarısı var. Kim ola ki sarrafın ve gelininin konuşmalarını dinleyeyim der, ahirette önce dili tutulur, sonra da kulağı yok olur, diyor.’’
Aile yaşantısına kimse karışamazmış, sarrafın ne söylediğine ancak melekler karışabilirmiş.
Hımm, dedi kaymakam.
Biraz inandırıcı biraz inanmadığını gösterir gibi olan beden diliyle ‘ eh ‘ der gibi oldu.
Mesaisinin bittiği bir gün şoförüne ‘’ Beni 18.30’da lojmana almaya gel.’’ dedi.
Aracın koltuğuna oturduğu saat tam 18.30’du.
‘’ Doğru mezarlığa! ‘’ dedi.
Mezarlığa varınca, ‘’ Sen biliyor musun bu sarrafın karısının mezarını? ‘’dedi.
‘’ Gösterir misin bana? ‘’
Şoför hafif titrer gibi, ‘’ Ne olacak efendim? ‘’ dedi.
‘’ Ziyaret edeceğiz. ‘’
‘’ Ama… ‘’ dedi. ‘’ Şimdi sarrafın burada bulunma vakti. Gelmiştir bile…’’
‘’ İyi ya… ‘’ dedi.
‘’ Biz de görelim, duyalım neler dediğini… ‘’
Çekine çekine ‘’ Müftü Bey’in haberi var mı efendim? ‘’
‘’ Müftüye mi soracaktık yani!? ‘’ dedi kızgınlıkla…
‘’ Müftünün haberi olmadan olmaz efendim.’’
Ezile büzüle bir hâl olan şoför, ‘’ Efendim beni bağışlayın lütfen. Ben ne mezarlığa girerim ne de sarrafı dinlerim. Sarraf konuşurkendinlersek bizi cinlerin çarpacağını bilmiyor musunuz? ‘’
‘’ Kim söylüyor bunları Cavit Efendi? ‘’
Mezarlığın ne girişinde ne de içeride kimseler vardı.
‘’ Sen bekle o halde, ben arar bulurum.’’
‘’ O ne demek sayın kaymakamım, ben sizi teslim eder miyim hiç cinlere, olmaz öyle şey!’’
‘’ Yani???’’
‘’ Sizi ne sarrafa salarım ne de yalnız bırakırım.’’
*
Benim o kaymakamla tanışmam onun kasabamıza tayin olduğu yıl olmuştu.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamasında yaptığı konuşma nedeniyle kutlamaya gittiğimde öğrenmiştim tayini çıkan kasabadaki kısa geçen kaymakamlık günlerini ve sarrafın mezar başında neler konuştuğunu…
Evime davet ettim bir akşam. Eşimin ve kaymakam beyin eşinin aynı okulda öğretmen olması nedeniyle ilişkiyi ilerletmemiz zor olmadı.
Bir de ikimiz de karakartaldık. Bunun da etkisi olmalıydı yakınlaşmamızda.
Yemekte o akşam sadece eski kasabasını, müftüyü ve sarrafı konuştuk. Bizim gazetedeki muhabirin tapu müdürünün karısıyla olan gayri meşru ilişkisine hiç değinmedik.
Bize neydi onların aşkından…
Bir de çocuklarımızın müziğe olan ilgileri oldu konumuz. Onun kızı yan flüt bizim kızımız gitar çalıyordu. İkimiz de çocuklarımızın ileride konservatuvar eğitimi almasını istiyorduk. Kaymakamı sevmemim bir başka nedeni de klasikmüziğe olan tutku derecesindeki ilgisiydi…
Beethoven’in yaşam öyküsünü ve keman konçertolarını dinlemeye ve anlamaya değer buluyordu.
‘’ Mülkiyedeki hocalarımdandır bendeki Beethoven aşkı! ‘’
Ekliyordu: ‘’ Eşimin müzik öğretmeni olması da bir başka etken tabii ki… ‘’
*
Ve… bir gün anlattı sarrafın ve gelininin eşinin mezarı başındaki o efsanevi konuşmalarını…
*
O gündür bu gündür hiç kimseye anlatamıyorum duyduklarımı.
Yazar : Recai Şeyhoğlu