DEĞİL Mİ AMA

YAZAR: RECAİ ŞEYHOĞLU

Son yıllarda hiç tadımız yok. Evde iki yabancı gibiyiz. Hal hatır sorduğumuz bile yok.

Ev gezmesi yok.

Sen gitmezsen gelen mi olur?

Bayramda güya küsler barışır, sevgi- muhabbet olurmuş.

Annemle babam sağkendio işler.

Taa 150 kilometre ötedeki köyümüze giderdik. Ablam,kardeşlerim, eniştelerim, yengelerim, yeğenlerimle hep birlikte olurduk. Annemi görecektiniz o günlerde…

Biz varken eve konu komşuyu bile almıyordu. ‘’ Evlatlarım var ‘’ diyerek…

‘’ Başka gün buyrun.’’ diyordu. Anne yapma böyle diye uyarsak da yararı yoktu.

Çok mu iyi anlaşıyorduk eniştemle, çok mu seviyordum sanki buzdolabı suratlı yengemi…

Ne yaparsın ki baba evi… Mış gibi yapmak zorundaydım.

4 odalı, bahçeli, tulumbalı, eriği/ şeftalisi / kayısısı/ domatesleri, roka ve maydanozlarıyla sanki bir çiftlik evindeydik.

Ele güne muhtaç olmayan Köroğlu’yla Ayvaz’dı bizimkiler. Karı koca değil de kardeş gibiydiler. Şenlik olsun diye annem babama ‘’ Süleyman ağam ‘’ derdi.

Köyümüz dediysem, hiç de öyle değil… Eskiden köymüş. Şimdi koca bir belde. Çileğiyle dillere destan bir belde… TIR garajına dönüyor beldemiz, çilek hasatında. Renk renk, her marka TIR oluyor çevremiz.

Nasıl da hepimiz aynı anda yemek yiyebiliyorduk, şaşıyordum. Ben sevmiyordum ama babam el üstünde tutuyordu eniştemi. Evine gittiğimizde rakı ya da bira içtiğine tanık olmadığımız eniştem, burada rakıcı babamla yarışıyordu adeta.

Kadehi kaldırırken ‘’ Aslan babam! ‘’ demesi yok mu ya… Sinir katsayım işte o zaman tavan yapıyordu.

Ablam yanıbaşımda ya… Kulağıma eğilerek ‘’ Bu, sadece burada  içiyor. Sanki her akşam içiyor gibi de  sizlere numara yapıyor. İnanayım demeyin sakın! ‘’  diye mırıldandığında  eniştem farkına varıp hemen lafı yetiştiriyordu: ‘’ Gene beni çekiştiriyordur Allah bilir.’’

Buzdolabı suratlı yengemin her sofra klasiği, herkesi tek tek süzmekti. Kardeşim olur da ikinci kadehi dolduracak olursa aynı Munise ninem gibi kaş göz işaretiyle engellemeye çalışırdı.

Ne içki içerdi ne de sigara… İçenlere de tahammülü yoktu. Kötü mü? Değil tabii ki… Ama keyfimizin içine etmeye de hakkı yoktu.

Bizde de içmeyen yok gibi…

Anne ve babası, evliliklerinin ilk aylarında bizimkilerle akla gelmez bir sorun yaşamışlardı. Bizimkiler, onları bir hafta sonunda davet edip ağırlamışlar. Salona girdiklerinde babamın o günlerde yeni yaptırdığı vitrine koyduğu küçüklü büyüklü içki şişelerini gören dünürler babama demesinler mi, ‘’ Meyhane mi çalıştırıyorsunuz Süleyman Bey? ‘’

Babam geri kalır mı…

Kardeşime dönerek, ‘’ Oğlum, kayınpederinin imam olduğunu daha önce bize söylemeyi unuttun anlaşılan!’’

İki aile de gergin bir gece yaşamışlar o gün.

Soğukluk taa o günlerden.

Annem de babam da, bizler de o gecenin gerginliği zamanla unutulur geçer diye düşündüysek de  öyle olmadı.Leman’ın ailesiyle ilişki kesildiyse de kardeşimin aşkı tükenmedi hiç Leman’a…

Leman’ın da bin yıl sürecek olan öfkesi…

Hiç anlamış değilim doğrusu. Neden kardeşime olan aşkına nokta koymadı?

Yıllardır gelin kızımızın buz gibi suratına biz de alışıp gittik.

*

Benimkiler de Leman’ınkilerden farksız.

Onlara gittiğimizde ikram edilen tek sıvı ayran.

Bereket ki, annemlere geldiklerinde Leman’ınkiler gibi konuşmuyorlar. Çünkü babam, konukları kim olursa olsun her akşam iki kadeh rakısını içen bir adam.

Bizimkiler bu konuda çok anlayışlı (!) çıktı:

‘’ Adam alışmış. Elden ne gelir ki… Ama çok iyi insanlar! ‘’  diyorlarmış eşime.

Özetin özeti şu ki, evlendiğimiz kişilerin aileleri ne babama benziyor ne anneme.

Bunun hiç sorun olmayacağını düşünüyorduk. Annem babam değil de biz kardeşler…

Yanılmışız. Bizi bu konuda aydınlatmayan, ‘’Sadece sizin anlaşıyor olmanız yetmez, aileler de uyumlu olmalı. ‘’ demeyen annem ve babam da yanlış yapmışlar.

Biz ne bilebilirdik ki…

50 kez evlenmiş değildik ki…

Şunu öğrendik ki, bizler eşimizle baba evine gidip geleceğiz. Eşlerimizin ailelerini ziyaret edeceğiz ama ailelerimiz asla!

Böyle mi olmalı?

Babam umursamıyordu bunu ama annem dert ediniyordu. ‘’ Böyle dünürlük mü olur Allah aşkına! ‘’

Yıllar geride kaldıkça bunu daha iyi kavradım.

Bizimkilerin salonunda, duvarda çocukluk günlerimden bu yana hep Ülkü Duvar Takvimi, İsmet Paşa’nın posteri ve dedemle ninemin çerçeveli fotoğrafı oldu.

Arada bir Bolu 7 Göller manzarasını da camekanlatıp astığımız oldu. Ne de olsa dedemin babasının toprağı…

Zahide’ninkilerde öyle değil…

‘’ Duvara resim mi asılır? ‘’mış.

Kayınpederim öyle diyor. Kayınvalidem de ‘’ He valla! ‘’

Bu devirde böyle insanlar…

Şu işe bakın ki siz, her ikisi de yerli dizilerin hastası…

Yıllar önceki Dallas ile Flamingo Yolu’nu anlatıyorlar bana… Televizyonların siyah beyaz olduğu günleri…

Benim çok sevdiğim Ayhan Işık ile Salih Tozan’ı da çok seviyorlar. Şaşırtıyorlar beni doğrusu.

Duvardaki resimlerle alıp veremediklerini ise hiç anlayamadım.

Şükür ki aramızda 1500 kilometre var.

Ne onlar gelebiliyor ne de biz gidiyoruz oraya. İki yılda bir eşim gidiyor hepsi bu!

Sık sık eşimin onlarla telefonlaştığını biliyorum ama…

Doğrusunu isterseniz, onlara ne selam gönderesim var ne de yüzlerini göresim…

Kaç yıllık evliyim, dizi tutkularını ve duvara resim asılmasına olan tepkilerini hâlâ anlamış değilim.

Isınamadım bu yüzden. Hanım da öfkeleniyor buna.

Canım karıma ‘’ Zorla güzellik olmaz’’ düşüncesini anlatmaya çalışıyorum yıllardır.

Garipler ya..  Beş altı  yılda bir  gittiğim olmuyor da değil. Üçüncü günü dönmek koşuluyla…

Kayınpederimin ‘’ Damat, güçlü olan kimse onun yanında olacaksın. Bunu bilir bunu söylerim.’’ demesi yok mu…

En çok da bu sözüne sinir oluyorum.

Daha da açığını söylemiş olayım. Sevmiyorum onları!

Çünkü iğne gibi batıyor o söz bana.

Eşimle göz göze geliyorum. Bir şey diyemiyor. Babasına itiraz da edemiyor.

‘’ İdare et hayatım, yıllarca onlarla iç içe yaşayacağın yok ki… Susuver, Ses verme! ‘’

Olmuyor ki…

Sonuçta, üç gün bile bana fazla geliyor.

Dördüncü günü bu evde geçirsem eminim ki cingar çıkacak.

Eşimi sevdiğimden, sevgili kayınpederime olan saygımdan/ hürmetimden !

Şükürler olsun ki bakanlıkta çalışan kayınbiraderim olmuyor o günlerde.

Eşimin, ‘’ Bu yaştan sonra onları mı düzelteceksin? ‘’ sözü ise çıldırtıyor beni.

‘’ İnsan hiç annesine ve babasına işin doğrusunu anlatmaz mı?’’ diye haykırıyorum  ama yarar sağlamıyor.

Farkımız bu!

Hiç, düzeltmeye çalışmamışlar.

Ben, yıllarca işin doğrusunu paylaşmaya çalıştım annemle/ babamla. Zahide ve kardeşleri, büyüğe saygı adına gıkını çıkarmamış.

Bir, iki…

Derken, tahammülüm tükendi.

Babasının kopyesi olan büyük kardeşini evime geldiğinde kapı dışarı ettim.

Babasının ikinci kopyesi olan ablasını eve almadım.

Yaptığım doğru mu?

Tartışılır.

Haklıyım diye bağırıp çağırdığım yok.

Sonuçta, benim de duygularım / düşüncelerim var.

Ne duygularıma ne de düşüncelerime uyuyor onlar. Yani kayınla başlayan babam/ annem/ kardeşlerim…

Tahmin edeceğiniz gibi…

Şimdi yalnızım.

Böylesi sorunlar yaşanır da evlilik devam mı eder yani?

Yaşasın bekarlık dediğim/ diyeceğim de yok ama  yanlış evliliği sürdürmenin  de gereği yok!

Değil  mi ama …

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/sultanma/public_html/wp-includes/functions.php on line 5427